19 Ekim 2010 Salı

KADERİN CİLVESİ Mİ TARİHİN DÖNÜŞÜ MÜ?

Almanya’nın tehdit olarak algıladığı Müslüman göçmen sorunu Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in, tarihi önemi büyük olan bir kentte, Postdam’da, Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) gençlik kolu olan Judge Union’un düzenlediği olağan yıllık toplantısında yaptığı açıklamalarla tekrar gündeme gelmiştir. Merkel söz konusu açıklamasında Almanya’nın çok kültürlülüğü başaramadığını ifade etmiş, fakat göçmenlerin iş gücü kapasitesi nedeniyle ekonomi içinde vazgeçilmez olduklarını da belirttikten sonra asıl söylemek istediğini dile getirmiştir: “Göçmenler Almancayı öğrenmelidir.” Yapılan bu açıklamanın parti tabanına hoş görünmek için verilmiş bir mesaj olacağı düşünebilir fakat Merkel’in Türkiye’nin Avrupa Birliği mücadelesindeki Fransa destekli olumsuz rolü göz önüne alınırsa aslında hiç de şirin görünmek gibi bir derdinin olmadığı anlaşılmaktadır. Zaten Merkel Türkiye’nin üyelik sürecinde Türkiye’ye karşı olan tutumu ile deyim yerindeyse Hristiyan Demokratların “Şirinesidir.”

Eski Kıta’da yükselen İslam karşıtlığından (Avusturya ve Hollanda dikkat çekicidir) hiç şüphesiz Almanya da nasibini almıştır. Her ne kadar Almanlar mazilerindeki ayıbın tekrar yüzlerine vurulmaması için göçmen sorununu kibar bir dille anlatsa da (an azından Fransa’daki gibi banliyö baskınları yaşanmamıştır) Almanya Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin’in yazdığı “Almanya Kendini Yok Ediyor” adlı kitap Almanya’daki göçmen karşıtı duygulara tercüman olmuştur.

Almanya’daki bu manzara altında Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un Türkiye ziyareti önem arz etmektedir. Wulff Türkiye Büyük Millet Meclisine hitap edecek olan ilk Alman lider olacaktır. Wulff göçmenler ve Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Merkel kadar katı düşüncelere sahip değildir. İslam’ın Almanya’nın bir parçası olduğunu düşünen Wulff’un Almanya’nın en çok satan haber dergisi Focus’ta yayımlanan bıyıklı ve takkeli fotoğrafı Alman Cumhurbaşkanının Alman kamuoyu tarafından göçmenlerle ilgili konularda nasıl algılandığını göstermektedir hatta Almanya’da yayımlanan Bild Gazetesi de Cumhurbaşkanının İslam konusundaki görüşlerinden rahatsız olmuş olacak ki, gazete Alman Cumhurbaşkanının Türkiye’deki konuşmasına alması gereken konuları sıralamıştır. Bu konular arasında Türklerin Almanya’da yaşadığı uyum sorunu, göçmen ailelerdeki cinsiyetler arasındaki eşitsizlik, Trük gençleri arasında yüksek suç oranı, Hristiyanlar’ın Türkiye’de yaşadıkları ayrımcılık, Türkiye’de basın özgürlüğünün olmaması, Türkiye’nin AB yolundaki reformları yavaşlatması gibi başlıklar bulunmaktadır. Özetle Türkiye’nin üyeliğine Almanların sadece %13,2’sinin destek verdiğini dile getiren gazete eğer Türkiye’ye üyelik sözü verilirse halkı karşısına alacağı uygun bir dille söylenmiştir.

Alman Cumhurbaşkanının Türkiye mesaisinde önemli ziyaretlerinden biri de Diyanet İşleri Başkanlığınadır. Bu ziyaretin amacı Almanya’daki Münster, Osnabrück ve Tübingen üniversitelerine imam yetiştirmek üzere kurulacak üç ilahiyat fakültesi için görüş alışverişinde bulunmaktır. Bu konuda Diyanet İşlerinden yardım almak da seçenekler arasındadır. Cumhurbaşkanının bu ziyareti Münster ve Osnabrück kentlerini en azından “din öğretimi” konusunda gündemimize sokmuştur. Avrupa’daki 30 yıl ve 80 yıl savaşlarını bitiren, Münster ve Osnabrück Antlaşmalarını bünyesinde barındıran, 1648 tarihinde imzalanan Westphalia (Vestfalya) Barışı, uluslararası ilişkiler literatürüne modern ulus devletlerin ve egemenlik anlayışının ortaya çıktığı belge olarak kabul edilmektedir. Söz konusu antlaşma Avrupa’da güç dengesi anlayışını hâkim kılmıştır. Papa’nın onayına sunulmaması nedeniyle de uluslararası sisteminin sekülerleşmesinde öncü rol üstlenmiştir. Fakat bugün gelinen noktada bu şehirlerdeki üniversitelerde göçmenlerin radikalleşmesini önlemek için Türk tipi İslam’ın[1] (Ilımlı İslam da denilebilir) öğretilmesi amaçlanmaktadır. Bu üniversitelerde yetişen imamların içtimai hayatta Almanya’daki göçmen gençlerin radikalleşmesini önlemek için çalışacakları düşünülmektedir. El Kaide’nin eylemlerini Avrupa’ya taşımak istediği bir ortamda radikalleşmenin panzehiri alternatif bir Müslümanlık anlayışının geliştirilmesi Almanya açısından daha doğrusu tüm Avrupa açısından mantıklı görülebilir. El Kaide’nin temsil ettiği Vahhabi gelenekleriyle süslenmiş “cihadist İslam” karşısındaki bu tür bir “modern veya Ilımlı İslam ” en azından göçmenlerin entegrasyon problemini hafifletecektir. Fakat yine de Avrupa’nın kafasında “ılımlı İslam” ehven-i şerdir. Aslında bu tür bir İslam anlayışı da Almanları hiç şüphesiz rahatsız etmektedir fakat Taliban’ı, El Kaide’yi gören Almanlar deyim yerindeyse ölmektense sıtmayı tercih etmektedirler.

Dinin uluslararası ilişkiler üzerindeki etkisinin kaldırılmasında ilk fitili ateşleyen antlaşmaların imza edildiği Münster ve Osnabrück kentleri bugün yine bir dini mevzuyla gündeme gelmektedir. Fakat bu kez mesele dinin etkisinin kaldırılıp kaldırılmayacağı değil bizatihi dinin içtimai hayattaki rolünün insanları uyumlu birer vatandaş haline getirip getirmeyeceği ile ilgilidir. Hem de bu din, uğruna Avrupa’da oluk oluk kan akıtılan Hristiyanlık değil İslamiyet’tir. Söz konusu olay kaderin bir cilvesi olarak mı, yoksa tarihin dönüşü olarak mı yorumlanmalıdır? İşte kafa karıştıran nokta tam da burasıdır.



[1] İslam’ın önüne sıfat koymayı kabul etmeyen biri olarak Avrupa’daki İslam algısının daha net anlaşılabilmesi için böyle bir tanımlamaya gidilmiştir.Buna İslam’ın özünde şiddeti önermemesi nedeniyle gerçek İslam’da denilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder